bebeğim geldi…

Uzun zamandır yazmıyorum

Oğlumuz uzun bir bekleyişten sonra 11 Temmuz günü geldi. Biraz bizi korkuttu küçük kalbi ama sonunda sağlıkla keyifle kucağımıza aldık onu.

Kalp sorunu yüzünden planlı sezaryene karar verilmiş olması benim için saka gibiydi. Sen o kadar normal doğum diye diret oku incele kendini hazırla hamile platesi yogası ne varsa yap sonra sanki her şeyi fazla kontrol altında tutmaya çalışan bana bir cevap verircesine planlı sezaryende karar kılınsın… Ama yine de oğlum bu ise çok üzüldüğümüzü anlayıp bir sürpriz yaptı. Ameliyattan bir gece önce tamam artık ben geliyorum dedi ve saat 9 civarı suyum geldi. Normal bir evde hafif çaplı bir paniğe yol açabilecek bir durum bizim evi şenlik havasına soktu. En azından biricik oğlumuz hazırdı dogmaya.  En azından onu dünyaya tam hazırlanmadan almayacaktık: D

Neşe içinde hastaneye gittik ve ben gayet keyifle ameliyata girdim. Girdim ama o ana kadar sezaryen konusunda en ufak bir hazırlığım yoktu ve ben sanki piknik yapacakmışız gibi basit bir şey sanıyordum. Kesinlikle değilmiş. Hem ameliyat sırasında hem de sonrasında yasadıklarım gösterdi ki acıdan kaçmak için sezaryen olmak çok saçma bir karar. Sezaryen sonrası çok daha acı verici ve çok daha uğraştırıcı bir süreç.  Ayrıcı doğum sonrası hormonlar sezaryen sonrası daha geç düzene girdiği için bence kesinlikle lohusalık depresyonunu tetikliyor.  Lohusa depresyonu ise tamamen baksa bir yazının konusu: yasarken dipsizmiş gibi ama bittiğinde dışarıdan bakarken hemen geçmiş gibi hissettiren yeni anneyi sarmalıyı veren karanlık

Sezaryenden sonra ben bebeğimi hemen kucağıma alamayacağım için ilk karşılama görevi sevgilime aitti. Bakımı yapılırken o durdu yanında. Şu kocaman dünyada kendini yalnız hissetmesin sürekli duyduğu o meşhur ses onu karşılasın istedik.

Bebeğimin ilk sesini duymak onu ilk kez görmek ona ilk kez dokunmak gerçek dışı bir tecrübeydi benim için. Bir sure inanamadım bebeğimin varlığına daha doğrusu benim bebeğim olduğuna. Sonra o ilk kucak ilk sarılış insanın her düşünmesinde burnunu sızlatan o duygu o mis gibi kokusu her şey sanki bulutların arasında yaşanıyormuş gibi… Gözümü kırpmadan onu seyrettim bütün gece tabi bu gecelerin daha çok tekrarı olacağını o zaman bilmiyordum. Annelikle beraber insan uykusuz sıfatını da alıveriyormuş en azından su meşhur kırk çıkana kadar… Ki bu kırkı da yine ayrı bir yazı konusu gerçekten kırkı çıkma meselesi varmış: D

Yorum bırakın